25 Aralık 2008 Perşembe

Bir hece ne denli ağır çıkabilir ki dudaktan.
Çıkış esnasında ne denli kanatabilir dilleri ve kan…
Kan; egzemalı gecelerin kaygan teninde ne denli sıfat bulabilir ki kendine?
Yer yer iz etmiş bir ışığın ininde saklı gölgenim.
Acılarının, kaygılarının sende bıraktığı net bir realiteyim.
Kimsesizliğine derman değil, çoğulluğuna gelmiş bir bakireyim.
Ruhum delik yanlarından sana akan menilerle hacmine şekil vermiş,
Seni, kovalayan cinlerin put’u,
Senin gecelere özlemle bakan melankolik kutunum.
Cinlerin bana tapar, ellerin beni açar.
Kokuların kekremsi tatlar bıraktığı odaların beni sana adar.
Bir evren hevesi gelir senin başucuna beni koyar.
Dünya arşivini benim yaptığım günahlarla kırmızıya boyarken
Sen,
Sen tutunamayan gündüzlerin avuçlarından akar…
Ve yine geceler, geciken limanları okyanuslara sarar
Limanlar kaçtıkça kaçar ama unutma ki;
Yelkenliler elbet bir gün kıyılarına adlarını mavi boyalarla yazar.
Maviler kırmızı zarflı mektupların ardı sıraları koşar.
Kırmızılar ağlar,
Kırmızılar ağ- dılar.
Çokça denizler kırmızı ağlara yakalandılar.
Yengeçler, yosunlar ve denizin gümüş renkli kızları ağladılar.
Yükselen sular gökyüzündeki aya aşık,
Ay, susayan güneşe dönük, sırtı delik deşik.
Tasası ezelden gelen güfteler artık araflarının vazgeçilmeyen ninnileri.
Onlarla büyüyen çocuklar saklı madenlerinin zenginlikleri.
Unutmayasın bu güzler
Güzel sandığın yüzler,
Üzer beni deyip üzüldüğün düşler,
Üzerine çöken ağır hüzünler…
Hepsi teker teker yüzünü terkeder.


ö.akbay a saygılarımla....
Posted by Picasa

2 yorum:

MANUKYAN dedi ki...

aysun, betimlemelerin, tarzın süper, beni çok etkiliyor tatlım..

zehr-i aysun-i dedi ki...

sağol manukyancım :)
en güzel tarz tarzsızlığın karanlık sivri ucudur ve o uçta sallanmaktayım işte...